Il presente studio ha come oggetto la violenza di genere all'interno di uno scenario in cui si parla tanto di pari opportunità, ma dove, di fatto, la donna è ancora in una posizione di discriminazione, specialmente in famiglia. L'amore e la passione che dovrebbero dominare all'interno della famiglia, e ancor più tra i partners, sembrano svanire alla prova della realtà. I dati presentati nell'elaborato possono aiutarci a cogliere alcune caratteristiche del fenomeno, anche se è evidente la difficoltà del loro reperimento perché molte delle violenze non sono denunciate e dunque il sommerso è altissimo. Con il primo capitolo si cerca di evidenziare come, negli anni, si sia assistito a un mutamento dei rapporti tra i partners, dove l'emergere della donna in una posizione che si avvicina molto a quella del maschio, comporta una riorganizzazione dei ruoli di genere, che il partner maschio si dimostra, in molti casi, incapace di accettare. Per affrontare questo tema cercheremo di ripercorrere le trasformazioni della famiglia parlando, in particolar modo, delle mutazioni nelle configurazioni familiari, nei ruoli di genere e nelle relazioni derivanti dall'aumento della complessità culturale che ha inevitabilmente modificato il modo di vivere di uomini e donne. Una volta messe in luce le varie forme di disparità che si registravano in ambito domestico, mostreremo anche le trasformazioni che sono avvenute in ambito extra domestico, un contesto ancor più che mai ostile a un'affermazione del sesso femminile, nonostante i risultati parziali raggiunti. Ovviamente tutto questo presuppone anche un'attenzione particolare alle trasformazioni nell'intimità dove, in seguito all'affermarsi dell'emancipazione femminile, la donna ha sviluppato una nuova modalità di rapportarsi al partner maschile che ha determinato nuovi modi di stare assieme. Una volta fatta chiarezza su tali premesse, ci sposteremo a indagare il motivo per cui, nonostante il clima di grande sofferenza che la donna vive all'interno dell'ambiente familiare, dimostra difficoltà ad abbandonare la casa del suo aggressore. Infine, saranno trattati i numerosi luoghi comuni legati alla problematica in questione nel tentativo di contrastare tali pregiudizi in favore di una comprensione più ragionata che permetta di superare l'idea che "le donne sono più a rischio di violenza da parte di uomini a loro sconosciuti". Nel secondo capitolo analizzeremo la violenza di genere, dandone prima una definizione e poi analizzandone la causa principale: la gelosia. Il tema diventa di tale portare da invadere anche il panorama internazionale tanto che, nel 1979 s'inizia a parlare di diritti umani delle donne con Convention on the Elimination of All forms of Discrimination Against Women – CEDAW. Un percorso lungo e tortuoso che vedrà protagonisti numerosi Stati alla realizzazione delle Conferenze a Pechino. In seguito sarà affrontato il fenomeno della violenza contro le donne da un punto di vista quantitativo, cercando di capirne la gravità attraverso i dati dell'Istat e le campagne di Amnesty International, comprendendo anche, quanto il fenomeno della violenza sulle donne sia di tale gravità in altri paesi europei, quali Francia e Spagna. Nel terzo capitolo tratteremo il contesto normativo del fenomeno attraverso un excursus delle principali leggi, con particolare riguardo all'approvazione da parte del governo Letta del Decreto legge n. 93, del 14 agosto 2013 "Disposizioni urgenti in materia di sicurezza e per il contrasto della violenza di genere, nonché in tema di protezione civile e di commissariamento delle province" e la ratifica, da parte dell'Italia, della Convenzione di Istanbul. Concluderemo con la messa in evidenza dell'operato dell'unione Europea in tema di violenza di genere e la realizzazione del programma Daphne. Questo studio, lo auspichiamo, dovrà essere utile per sottolineare, ancora una volta, che la violenza di genere è un fenomeno trasversale che non ha tempo né confini precisi
Türkiye'de kurulan Komünizme Mücadele Dernekleri ve bu derneklerin dillendirdiği anti-komünist söylem, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinden beri Türk toplumunda var olan ?Moskof? imgesinin oluşturduğu ?dış düşman? algısından büyük oranda beslenmiş ve Soğuk Savaş dönemi SSCB ve ABD politikalarının iç politikaya yansıması ile özellikle 1940'lı yıllardan itibaren belirginlik kazanmıştır. Aynı zamanda bu dernekler toplumda, Tek Parti dönemi politikalarının katı laiklik uygulamalarının milliyetçi ve dindar çevreleri susturması ve 1945-1960 arası dönemde CHP ve DP hükümetlerinin sol siyasal düşünceye bakışındaki dışlayıcı benzerlikten faydalanarak ortaya çıkmışlardır. Bu dernekler sırasıyla 1950'de Zonguldak'ta, 1956'da İstanbul'da ve son olarak 1963 yılında İzmir'de kurulmuşlardır. Bu dernekler toplumda var olan negatif içerikli ?Moskof? imgesi ve bir iç düşman olarak algılanan ?komünizme? ve ?komünistlere? karşı devletin dışında ama ona paralel bir biçimde engelleyici söylemler üretmişlerdir. Komünizmle mücadele sürecinde etkin olan dernek ve bu sürece dâhil olan kişiler, bu söylemleri üretirken milletin, dinin, devletin ve geleneksel kültürel değerlerin sahibi olunduğu ve bunları korumakla kendi geleceklerine sahip çıkacaklarını düşünmüşlerdir. Komünizmle Mücadele Derneklerinin kuruluşunda yer alanlar başta olmak üzere, komünizmle mücadele söyleminin üretilmesine ve siyasal yaşamın anti-komünizm yönünde politize edilmesine katkısı olan birçok önemli kişi de bu derneklerin ürettiği söyleme katkı yapmışlardır. Bu katkılar dikkate alındığında Komünizmle Mücadele Dernekleri ve sahip oldukları anti-komünist söylem, Türk sağı'nın 1930'lardan itibaren belirginleşen oluşumuna, 1950'li yıllardan itibaren açık bir biçimde katkı yapmış başka adı ve söylemi olan derneklerin ve söylemlerin en önemlilerinden biri olmuştur. Bu derneklerin üretmiş olduğu söylemin gücünden siyasal güç devşiren MHP ve AP gibi kimi partiler de olmuştur. Bu derneklerin ürettiği anti-komünist söylem Tek Parti döneminde devlete küsmüş/darılmış kimi milliyetçi, dindar ve muhafazakâr çevrelerin devletle barışmasını sağlamak ve onların siyasal alanda bir aktör olarak yer almaları gibi bir fonksiyonu da yerine getirmiştir. ; Anti-communist institutions and the rhetoric voiced by these institutions were inspired by the conception of ?external enemy? created by the ?Moskow? image that was seen in the Turkish society since the last stages of Ottoman Empire and began to be apparent after 1940s when United States and Socialist Block?s policies were reflected to interior policy. At the same time, these institutions appeared in the society as a result of the secularist policies of the single party regime that suppressed the nationalist and religious circles and the similarity between the Republican People?s Party and Democratic Party?s alienating attitude towards leftist discourse between 1945-1960. They were founded in Zonguldak in 1950, in 1956 in İstanbul and in 1963 in İzmir respectively. These institutions produced a negative discourse against the ?Moscow? image and ?communism? and ?communists? that were accepted as an internal enemy in the society. The discourse produced by those institutions was out of the government but in parallel with it. In the process of the struggle against communism, active institutions and people producing this discourse thought that they had the nation, religion, government and traditional cultural values and by protecting these, they would protect their future. Along with the people who participated in the founding of the institutions of anti-communism, several important people contributed to the producing of the anti-communist discourse and politicizing process of the political life towards anti-communism. When these contributions are taken into consideration, anti-communist institutions and their anti-communist discourse contributed to the formation of Turkish right beginning in 1930s and being apparent in 1950s along with the other institutions and discourses. There have been political parties like Nationalist Movement Party and Justice Party that gained political power from the power of the discourse of these institutions. This anti-communist discourse also realized a function of including the religious and conservative circles that were offended by the government in the single party regime as actors in political area.
Dünyada son yıllarda çok hızlı teknolojik ve ekonomik gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda firmaların küresel düzeyde rekabet etmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri oldukça zor bir hale gelmiştir. Böyle bir yoğun rekabet ortamında firmaların rekabet gücünü ellerinde tutmalarında lojistik yönetiminin çok önemli bir etken olduğunu gerçeği kaçınılmaz bir olgudur. Günümüzde düşük maliyetlerle en iyi ürünleri sunmak ve malların zamanında müşteriye ulaşmasını sağlamak, lojistik faaliyetleri sayesinde mümkün olabilmektedir. Lojistik yönetimi kapsamında ele alabileceğimiz araç rotalama problemi; merkezi bir depodan coğrafi olarak dağılmış çeşitli talep noktalarına, dağıtım veya toplama rotalarının, araç filosunun kat ettiği toplam mesafeyi minimize edecek şekilde belirlenmesidir. Araç rotalama probleminde (ARP) genellikle asıl amaç, maliyeti minimum kılacak çözümü bulmaktır. Fakat son yıllarda bireyler, kurumlar ve devletler artan çevre kirliliği problemlerinin ve bu problemlerin dünyaya olan ciddi etkilerinin de farkına varmışlardır. Bu nedenle de yeşil lojistik ve yeşil tedarik zinciri gibi kavramlar önem kazanmış, firmaların sürdürülebilirliklerini sağlamaları için sadece ekonomik değil, ekolojik olarak da bir değer oluşturabilmeleri bir gereklilik halini almıştır. ARP'de yer alan bazı klasik kısıtların yanı sıra ekolojik bir değer ortaya koyabilmek için; araçların kat ettiği mesafenin azaltılması, çevreye daha az zararı olan araçların tercih edilmesi, kullanılan araç sayısının mümkün olduğunca azaltılması ve çevreye zararlı maddelerin taşındığı araçlarda güvenlik önlemlerinin arttırılması gibi kısıtlar da bu çalışmanın önemli kısıtları arasında yer almaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı, yeşil tedarik zincirinde araç rotalama problemi için bir model önerisinde bulunmaktır. Bu amaçla öncelikle ilgili konuda literatür taraması yapılmış ve ardından bir matemetiksel model önerisinde bulunulmuştur. Önerilen modelin çözümü, elde edilen sonuçlar ve gelecek çalışma önerileri tartışılmıştır. ; The rapid technological and economic developments are experienced in the world in recent years. As a result of these developments, firms has become very difficult to complete and survive at the global level. The logistic management is a crucial factor fort he companies being the hands of the power of competitiveness. Today, providing the best products with lower costs and ensuring the goods reaching the customer on time are possible owing to logistic activities. Vehicle routing problem, considering the scope of logistics management, is to determine the different distribution or collection routes that minimize the total distance of vehicle fleet which they cover a route from a central warehouse to variety of geographically distributed points. ARP is a model of the vehicle routing problem with the finding the solution at the minimum cost. But in recent years, individuals, corporations and governments recognized the problems which are increasingly serious environmental pollution problems and their effects. Therefore, the concepts such as green logistic and green supply chain come into prominence, for ensuring sustainability of the companies, these concepts are the necessity to build up a value not only economical, but also ecological. In addition to some classical constraints in the ARP, for the ecological value, reducing the distance of the vehicle floor, choosing the vehicle which is less damage to the environment, reducing the number of used vehicle and increasing the security measures on the vehicle. Because of the carrying dangerous materials are the other important constraints. In this study, the aim is proposing a model for a vehicle routing problem in green supply chain. For this purpose, the study of the literature related the subject is done and then a mathematical model has been proposed. Solution of the proposed model, the results and recommendations of future work are discussed. ; İstanbul Ticaret Üniversitesi
In recent years the academic community has become increasingly engrossed in the conceptions of the Baltic-Black Sea system (BBSS) of international relations. Closer inspection reveals three major approaches. The first approach envisages the conceptual mapping of Europe (an idea suggested by Stein Rokkan) 1 and its application in the Vienna-Moscow-Istanbul triangle. The second approach relies on the Cold War logic best described as conflicting interaction; it rests on the agency interpretation, which concentrates on military-strategic aspects and became especially obvious after the Russian-Georgian war of 2008. The third approach is best described as structural and interprets all changes as the geopolitical re-division of territories. The BBSS problem is undoubtedly topical. It was Halford Mackinder who pointed to the region's geopolitical importance by tagging it as the World Island. It was pointed out long ago that the BBSS was formed by two continental rings, conventionally described as internal (formed by the East European and African-Arabian platforms) and external (formed, with a great degree of approximation, by the Hindustani, Chinese, and Siberian platforms). Europe, as part of the World Island, is fringed by the Mediterranean basin in the south and a pseudo-Mediterranean basin of the Baltics in the north. There is a fairly wide strip of intermediate territory of the Black Sea and the Baltic runoffs between Europe and the Heartland (formed by Eurasia proper). This makes the BBSS a link between Europe and Eurasia proper. Geographically we can identify a vast Baltic-Black Sea Mezhdumorie (inter-sea area) formed by two strips, one of them being part of the Baltic and the other of the Black Sea basins divided by the Carpathian Mountains that stretch meridionally between them. The river outflows of the Black Sea (the Dniester, Southern Bug, and Dnieper) are found to the east; they are adjacent to the rivers of the Baltic basin (the Nieman, Western Dvina, and the long rivers that flow across lakes: the Velikaia, Narva, Lovat, Volkhov, and Neva). This is a smaller inter-sea area of sorts, the pied-Carpathian bridgehead of Eurasia. The Danube basin, to the west of the Carpathians, latitudinally crosses the Small Carpathians (the Beskidy) to join the Vistula and Odra basins. From the geographical point of view, this much more complex and varied area falls apart into several interconnected territories and can be described as the Trans-Carpathian bridgehead of Europe. Political and economic activities in both geographical niches create mestorazvitia (development areas) associated, according to Samuel Huntington, for historical reasons with European and Eurasian civilizational confrontation and development. In other words, the geopolitical self-determination of these places was conditioned by the interaction of two civilizational entities-Europe proper and Russia-Eurasia. This geographic expanse can be described as mezhdumorie (an interface of two civilizations according to S. Huntington) with two civilizational orders-the pro-Western that tends toward Europe and the Eastern, which is mentally closer to Eurasia, Russia. On the whole, the BBSS can be described as a specific geopolitical entity at the junction of two vast geopolitical expanses-Western Europe and Russian Eurasia. It is wrong to think, however, that it tends either toward Europe or Eurasia. Throughout centuries this area acquired an intermediate civilization marked by a very specific mentality, culture, economic order, an undeveloped statehood, and the continuing efforts to find its place on the geopolitical map of Europe and the world.
ÖZETDEMOKRASİ İÇİN BİR ARAÇ: E-BELEDİYEEnformasyon teknolojilerine dayalı e-devlet anlayışının ve onun bir parçası olan e-belediye uygulamalarının demokrasi ile ilişkisi nedir? Bunların arasında, hemen her yerde açık ve doğrudan bir ilişki varmışçasına kullanılan söylemlerin aksine sıradan vatandaşların konuya böyle yaklaşmakta tereddüt ettikleri ve bu ilişkiyi göremediklerinden e-devleti tümden yapay kabul etme eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktadaki aksama nerededir? Bu tez e-devlet konusu tartışmalarında hep geriden gelen e-devlet ve demokrasi ilişkisinin "dolaysızlığını", "içeriği üzeride tartışılmayacak derecede kabul görmesini" (aksiyomunu) irdelemektedir. Bunu da bir ilişkiyi oluşturan tüm unsurları çözümleyerek farkın nerede başladığını görmeye çalışarak yapmaktadır. Tezin amacı, e-devletin kullanıcıları olarak vatandaşların bilgi eksikliğinden dolayı e-devlet hizmetlerini algılamakta problemleri yaşadıkları, bu ayrımın belirlenmesiyle mevcut algının daha olumluya döneceğine dikkat çekmektir. Bu temel sorulardan yola çıkan tezin amacı, öncelikle çok somut olarak hayatımıza hızla giren bu kavramları soyut bir kavram olan demokrasi ile ilişkilendirebilmek için, gerekli altyapıyı, bu konudaki ana hatları belirleyen liberal teorinin söylemlerini kullanarak sağlamaktır. Konunun temelindeki kavramlar, süreci biçimlendiren eylemler, e-devletin amaçları, katkı ve sorunları bunlara eleştiriler ve konunun teknik yönleri vurgulanarak tablonun bütünlenmesi hedeflenmiştir. Türkiye'den bir belediyenin sakinleriyle yapılan araştırma öncesi Türkiye'nin bu konu içindeki yeri ve yapılan çalışmalar hakkında bilgiler sunulmuştur. Daha sonra temel soruların üzerinde durduğu ilişkinin sorgulamasının yapılabilmesi için e-belediyenin içeriği ve e-demokrasi üzerinde durulmuştur. Son olarak Fatih İlçesi hakkında temel bilgiler verilmiş ve Belediye sakinleri ile yapılan görüşme sonuçları değerlendirilmiştir. Bu altyapı temelinde bu muğlâk sorunun yanıtlanmasına çalışılmıştır. ABSTRACT A MEDIUM FOR DEMOCRACY: E-MUNICIPALITYWhat is the relationship between democracy and e-government in general? More specifically; what is the relationship between democracy and e-municipality applications within the concept of E-Government? On the contrary to the common discourse, which regards as if there is an explicit and direct relationship of the subject matter, ordinary citizens are not able to see that relationship, thus tend to hesitate to approach and eventually consider the entire e-government as artificial. What underlies the failing point? The thesis argues the axiom, which always considered as underlying and deemed appropriate in e-government discussions: "the immediate relation" between e-government and e-democracy. This is done by analyzing and then assembling all the single components of this relationship. The aim of this study is draw attention to the lack of knowledge about citizens' perception of E-Government services today and eventually point out key factors for creating a change in the common perception towards a positive view. The fundamental concern is primarily to interconnect above mentioned concepts -which intervenes our daily life in a concrete manner-, and set up the infrastructure that is necessary to see this relationship, in order to be able to review their relationships with democracy, by utilizing the liberal theory's discourse defining the outlines of this subject. It is hereby aimed to complete the big picture by emphasizing the baseline concepts, the acts which form the process, goals of the e-government, contributions, difficulties encountered, critiques and technical aspects. Prior to the survey conducted with habitants of Istanbul Fatih district Municipality, the e-government efforts in Turkey are provided. Following, it is focused on elaborating on the scope of e-municipality and e-democracy, in order to examine the basis of such relation. Finally, some basic information about Fatih District given and the outcomes of the survey conducted with the habitants of the Municipality have been evaluated. In the light of this infrastructure, the ambiguous question has been attempted to be answered.
International audience ; Yann RICHARD Sorbonne nouvelle (Paris) et UMR Monde iranien Francophonie – Persophonie Texte provisoire, prière de ne pas cite sans l'autorisation de l'auteur Depuis la chute du régime pashtounophone des Tâlebân et la victoire de l " Alliance du Nord à Kaboul, le retour relatif de la langue persane (appelée dari par les Afghans) donne une nouvelle perspective à la notion de persanophonie ou persophonie (pour reprendre l " expression utilisée par Bert Fragner). À l " issue de cette guerre surréaliste où la plus grande puissance du monde a été narguée par un vieillard caché dans sa grotte, la refondation d " un lycée français à Kaboul a été présentée par certains médias français comme le remède le plus approprié au désastre de la société afghane : la poursuite du rêve de la francophonie au coeur même de la persophonie éclatée. L " enjeu linguistique, instrumentalisé par les uns, idéalisé par les autres, peut nous servir de point de départ pour une réflexion sur le dialogue. En l " occurrence, puisque nous parlerons du persan et du français, il s " agit du dialogue d " ambitions dépassées par l " histoire, du dialogue de cultures universelles reléguées au magasin des accessoires. Mais l " enjeu moral du dialogue est tel qu " avant de se moquer, il faut se pencher sur l " histoire de ces deux grandes aventures humaines. Le persan, langue du paradis Les Européens se souviendront que le persan leur a servi longtemps de langue diplomatique et administrative avant d " acquérir, surtout à partir du XIXe siècle, le statut de grande langue de culture. En effet, les Allemands, les Autrichiens et les Européens de l " Est en général (mais aussi dans une certaine mesure les Français) ont rencontré le persan par l " intermédiaire des Ottomans, empire dominé par des Turcophones, dont c " était devenu la langue de culture. On se souviendra que Selim Ier (qui se faisait appeler Selim Shâh, règne de 1512 à 1520), l " ennemi juré de la Perse safavide, composait des poèmes en persan. Il est vrai qu " à la même époque Shâh Esmâ " il (le fondateur de la dynastie safavide, règne de 1501 à 1524) écrivait sa poésie mystique en turc… En tout cas, pour les Français la langue persane, acquise à Istanbul par les drogmans, était l " instrument privilégié de la diplomatie orientale. Les Britanniques ont rencontré le persan plus tard par l " intermédiaire de l " Inde où le persan était langue officielle. Les musulmans de l " Inde étaient fascinés par la littérature persane et les cours mogholes et se sont enrichies depuis des siècles de l " expertise des penseurs et artistes (peintres et musiciens) iraniens qui trouvaient l " air d " Ispahan oppressant idéologiquement et politiquement. En Chine aujourd " hui encore, dans les mosquées, on trouve des livres exposant l " islam en persan, les prières sont souvent dites en persan. Pour comprendre cette extension géographique de la persophonie, il faut se pencher sur la genèse de la langue persane. Cette dimension internationale du persan nous rappelle un fait atypique dans l " histoire du monde musulman : les Iraniens qui ont été vaincus par les Arabes musulmans quelques années seulement après la mort du Propète Mohammad sont passés dans la nouvelle religion au cours d " un processus relativement spontané, la majorité des Iraniens devenant musulmans au bout d " environ deux siècles, sans jamais perdre leur identité nationale et leur langue. On a souvent dit que le persan moderne (celui qui est parlé par les Iraniens depuis le IXème siècle jusqu " à nos jours) est né d " une réaction nationale contre l " envahissement de la culture musulmane arabe. Bert Fragner a critiqué cette vision romantique anachronique : la naissance du persan n " a rien à voir avec la résurgence de mouvements populaires (sho " ubiya) qui ont
GENEL BİLGİLERİsim ve Soyadı: Kamil Cem ÖzatalayAnabilim Dalı: Kamu YönetimiProgramı: Fransızca Siyaset ve Sosyal BilimlerTez Danışmanı: Doç. Dr. Ayşegül YaramanTez Türü ve Tarihi: Yüksek Lisans – Ağustos 2003Anahtar Kelimeler: Sınıf, İşçi Sınıfı, Küreselleşme, Enformel Sektör, İkitelli, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Çalışma SosyolojisiÖZETTÜRKİYE'DE ENFORMEL SEKTÖR İŞÇİLERİNİN SINIFSAL KONUMU : İKİTELLİ ÖRNEĞİ1970'lerden bu yana uygulanan küreselleşme politikalarının emek süreci üzerindeki etkileri sorunsalından yola çıkan bu araştırma, yeni bir emekçi kesimi olan enformel sektör işçileri üzerinde bir sınıf analizi yapmayı hedeflemiştir. Ekonominin enformelleşmesi ve önceki dönemde işçi sınıfının merkezinde kabul edilen sanayi işçilerinin toplumsal aktörler olarak etkinliğini yitirmesi gibi gelişmeler, küreselleşme sürecine bağlı olarak ortaya çıkan yeni çalışan kesimlerinin sınıfsal konumlarının tespiti meselesini bir ihtiyaç haline getirmiştir. Araştırma, küreselleşme politikalarının toplumsal sonuçları sorunsalı çerçevesinde enformel sektör işçilerini eksen alan bir sınıf analizine dayanmaktadır. Ancak, toplumsal sınıfların aynı zamanda hem iktisadi, hem toplumsal ve hem de politik karaktere sahip olmaları nedeniyle, analiz yapısal ve konjontürel olmak üzere iki farklı düzeyde gerçekleştirilmiştir. Bir saha araştırmasına dayanan konjonktür analizinin gerçekleştirileceği bölge olarak İkitelli seçilmiştir. İstanbul'un varoşunda yer alan bir meskun mekan olan İkitelli'nin, aynı zamanda 150 bini aşkın istihdam hacmine sahip -ki bu çalışanların yaklaşık üçte ikisi sosyal güvenceden mahrum biçimde istihdam edilmektedir, organize sanayi bölgesiyle araştırma için son derece elverişli olduğu düşünülmüştür. Yürütülen sınıf analizinin sonucunda, enformel sektörün Türkiye ekonomisine entegre olduğu ve önümüzdeki dönemde de büyüme seyri izleyeceği, bu alanda istihdam edilen çalışan kesimlerin heterojen özellik gösteren bir proto-proletarya olarak tanımlanması gerektiği ve bu çalışan grubunun Latin Amerika'da birçok örnekte gözlemlendiği gibi kolektif bir mücadele pratiği ortaya koymaları halinde ortak bir sınıf kimliğine ulaşma potansiyelini taşıdıkları tespit edilmiştir.GENERAL KNOWLEDGEName and Surname: Kamil Cem ÖzatalayField: Public AdministrationProgramme: Political and Social Sciences (Lectured in French)Supervisor: Doç. Dr. Ayşegül YaramanDegree Awarded and Date: Master – August 2003Keywords: Class, Working Class, Globalization, Informal Sector, İkitelli, Small and Medium Scale Firms, Sociology of WorkSUMMARYCLASS SITUATIONS OF INFORMAL SECTOR WORKERS IN TURKEY : CASE OF IKITELLIThis research concerns the effects of globalization politics put into force since the years 1970 on labor process and aims to precise the class situation of new labor strata composed of informal sector workers. The factors like the informalization of the economy or the loss of power of the classes as social actors; all theses facts, have emerged as the results of the process of globalization. Around the problematic of globalization and its social effects, this research is prepared by operating a class analysis in the field of the informal sector workers. As the social classes have economic, social and political characters, this class analysis is practiced in different levels as structural and conjuncturel.Ikitelli, a peripheral district of Istanbul, including at the same time a great industrial zone with its current capacity of employment of around 150 thousand people, of whom approximately 100 thousand are employed without any social security, seemed as a very suitable field to carry out such an analysis. At the end of the class analysis, we have fixed that the informal sector is integrated to the economic structure of Turkey and has a tendency of growth in the future, and that the employees of informal sector must be defined as a heterogenic proto-proletariat that has a potential to achieve a class identity, on condition that it practices a collective struggle, such as in Latin-American example.
International audience ; Yann RICHARD Sorbonne nouvelle (Paris) et UMR Monde iranien Francophonie – Persophonie Texte provisoire, prière de ne pas cite sans l'autorisation de l'auteur Depuis la chute du régime pashtounophone des Tâlebân et la victoire de l " Alliance du Nord à Kaboul, le retour relatif de la langue persane (appelée dari par les Afghans) donne une nouvelle perspective à la notion de persanophonie ou persophonie (pour reprendre l " expression utilisée par Bert Fragner). À l " issue de cette guerre surréaliste où la plus grande puissance du monde a été narguée par un vieillard caché dans sa grotte, la refondation d " un lycée français à Kaboul a été présentée par certains médias français comme le remède le plus approprié au désastre de la société afghane : la poursuite du rêve de la francophonie au coeur même de la persophonie éclatée. L " enjeu linguistique, instrumentalisé par les uns, idéalisé par les autres, peut nous servir de point de départ pour une réflexion sur le dialogue. En l " occurrence, puisque nous parlerons du persan et du français, il s " agit du dialogue d " ambitions dépassées par l " histoire, du dialogue de cultures universelles reléguées au magasin des accessoires. Mais l " enjeu moral du dialogue est tel qu " avant de se moquer, il faut se pencher sur l " histoire de ces deux grandes aventures humaines. Le persan, langue du paradis Les Européens se souviendront que le persan leur a servi longtemps de langue diplomatique et administrative avant d " acquérir, surtout à partir du XIXe siècle, le statut de grande langue de culture. En effet, les Allemands, les Autrichiens et les Européens de l " Est en général (mais aussi dans une certaine mesure les Français) ont rencontré le persan par l " intermédiaire des Ottomans, empire dominé par des Turcophones, dont c " était devenu la langue de culture. On se souviendra que Selim Ier (qui se faisait appeler Selim Shâh, règne de 1512 à 1520), l " ennemi juré de la Perse safavide, composait des poèmes en persan. Il est vrai qu " à la même époque Shâh Esmâ " il (le fondateur de la dynastie safavide, règne de 1501 à 1524) écrivait sa poésie mystique en turc… En tout cas, pour les Français la langue persane, acquise à Istanbul par les drogmans, était l " instrument privilégié de la diplomatie orientale. Les Britanniques ont rencontré le persan plus tard par l " intermédiaire de l " Inde où le persan était langue officielle. Les musulmans de l " Inde étaient fascinés par la littérature persane et les cours mogholes et se sont enrichies depuis des siècles de l " expertise des penseurs et artistes (peintres et musiciens) iraniens qui trouvaient l " air d " Ispahan oppressant idéologiquement et politiquement. En Chine aujourd " hui encore, dans les mosquées, on trouve des livres exposant l " islam en persan, les prières sont souvent dites en persan. Pour comprendre cette extension géographique de la persophonie, il faut se pencher sur la genèse de la langue persane. Cette dimension internationale du persan nous rappelle un fait atypique dans l " histoire du monde musulman : les Iraniens qui ont été vaincus par les Arabes musulmans quelques années seulement après la mort du Propète Mohammad sont passés dans la nouvelle religion au cours d " un processus relativement spontané, la majorité des Iraniens devenant musulmans au bout d " environ deux siècles, sans jamais perdre leur identité nationale et leur langue. On a souvent dit que le persan moderne (celui qui est parlé par les Iraniens depuis le IXème siècle jusqu " à nos jours) est né d " une réaction nationale contre l " envahissement de la culture musulmane arabe. Bert Fragner a critiqué cette vision romantique anachronique : la naissance du persan n " a rien à voir avec la résurgence de mouvements populaires (sho " ubiya) qui ont
International audience ; Yann RICHARD Sorbonne nouvelle (Paris) et UMR Monde iranien Francophonie – Persophonie Texte provisoire, prière de ne pas cite sans l'autorisation de l'auteur Depuis la chute du régime pashtounophone des Tâlebân et la victoire de l " Alliance du Nord à Kaboul, le retour relatif de la langue persane (appelée dari par les Afghans) donne une nouvelle perspective à la notion de persanophonie ou persophonie (pour reprendre l " expression utilisée par Bert Fragner). À l " issue de cette guerre surréaliste où la plus grande puissance du monde a été narguée par un vieillard caché dans sa grotte, la refondation d " un lycée français à Kaboul a été présentée par certains médias français comme le remède le plus approprié au désastre de la société afghane : la poursuite du rêve de la francophonie au coeur même de la persophonie éclatée. L " enjeu linguistique, instrumentalisé par les uns, idéalisé par les autres, peut nous servir de point de départ pour une réflexion sur le dialogue. En l " occurrence, puisque nous parlerons du persan et du français, il s " agit du dialogue d " ambitions dépassées par l " histoire, du dialogue de cultures universelles reléguées au magasin des accessoires. Mais l " enjeu moral du dialogue est tel qu " avant de se moquer, il faut se pencher sur l " histoire de ces deux grandes aventures humaines. Le persan, langue du paradis Les Européens se souviendront que le persan leur a servi longtemps de langue diplomatique et administrative avant d " acquérir, surtout à partir du XIXe siècle, le statut de grande langue de culture. En effet, les Allemands, les Autrichiens et les Européens de l " Est en général (mais aussi dans une certaine mesure les Français) ont rencontré le persan par l " intermédiaire des Ottomans, empire dominé par des Turcophones, dont c " était devenu la langue de culture. On se souviendra que Selim Ier (qui se faisait appeler Selim Shâh, règne de 1512 à 1520), l " ennemi juré de la Perse safavide, composait des poèmes en persan. Il est vrai qu " à la même époque Shâh Esmâ " il (le fondateur de la dynastie safavide, règne de 1501 à 1524) écrivait sa poésie mystique en turc… En tout cas, pour les Français la langue persane, acquise à Istanbul par les drogmans, était l " instrument privilégié de la diplomatie orientale. Les Britanniques ont rencontré le persan plus tard par l " intermédiaire de l " Inde où le persan était langue officielle. Les musulmans de l " Inde étaient fascinés par la littérature persane et les cours mogholes et se sont enrichies depuis des siècles de l " expertise des penseurs et artistes (peintres et musiciens) iraniens qui trouvaient l " air d " Ispahan oppressant idéologiquement et politiquement. En Chine aujourd " hui encore, dans les mosquées, on trouve des livres exposant l " islam en persan, les prières sont souvent dites en persan. Pour comprendre cette extension géographique de la persophonie, il faut se pencher sur la genèse de la langue persane. Cette dimension internationale du persan nous rappelle un fait atypique dans l " histoire du monde musulman : les Iraniens qui ont été vaincus par les Arabes musulmans quelques années seulement après la mort du Propète Mohammad sont passés dans la nouvelle religion au cours d " un processus relativement spontané, la majorité des Iraniens devenant musulmans au bout d " environ deux siècles, sans jamais perdre leur identité nationale et leur langue. On a souvent dit que le persan moderne (celui qui est parlé par les Iraniens depuis le IXème siècle jusqu " à nos jours) est né d " une réaction nationale contre l " envahissement de la culture musulmane arabe. Bert Fragner a critiqué cette vision romantique anachronique : la naissance du persan n " a rien à voir avec la résurgence de mouvements populaires (sho " ubiya) qui ont
A study limited to M youth of Turkey, & further restricted to U S's at Robert Coll, Istanbul, & at the U of Ankara. Robert Coll is a private institution founded under US auspices using US textbooks. S's are from wealthier families including many Christians probably sympathetic to Westernization. Values were studied by a questionnaire condensed from one used by J. Gillespie & G. W. Allport to study youths in 10 diff countries & translated into Turkish & supplemented with some additional questions. It was administered anonymously during group meetings to 72% of Coll M Turkish S's & 68% of the relevant pop at Ankara although an attempt was made to obtain a complete coverage of M Turkish citizens. By comparison with the Gillespie-Allport study of Egypt & Israel, Westernized countries such as the US & France, & other countries such as Africa & Mexico, the Turkish S value profile can be located with this spectrum of countries. The S's at Ankara are modern in respect to dress, hygiene, health practices, possessions, etc,in comparison with neighboring villages. Turkish history has emphasized militarism & this is revealed in the S's attitude toward war: 33% feel war is sometimes a good thing, & this is similar to findings for other emergent countries such as Egypt, Mexico, & South Africa; but Turkish S's are more apt than others to think the world will escape another war. Nationalism is a recent development & is strongly emphasized by these S's. The data do not suggest that Turkish youth are ready to support a newer Western value of internationalism. Family loyalties are part of the traditional position, & these S's show these loyalties though sometimes they are 2nd to nationalism where rankings are asked for. The Revolution removed religion from influence in pol'al & private life; & though some of the policies have recently been relaxed, these S's ranked religion as the lowest of 6 sectors of life while 69% felt a religious belief was necessary to a mature philosophy of life. In comparison with the Gillespie-Allport findings, the Turkish youth rank with the Westernized countries on this value. Traditional pol'al absolutism no longer exists among the S's, but authoritarianism has persisted. Data on various classes show that the central values decline during their Coll stay, becoming more Western as a result of educ & the particular emphasis of the curriculum on soc & pol'al sci. These changes do not result from greater maturity of higher educ per se since the S's do not show the progressive change from freshman to senior yr though they differ in their aggregate values. The Robert Coll S value profile should be more Western. Comparisons are for Moslem youth since this provides the test of the educ'al process without the subcultural influences. Robert Coll S's are less likely to exhibit the value of nationalism, more likely to exhibit internationalism. They are less likely to be militaristic, less likely to be religious, & though they are similar to Ankara S's on absolutism, they are less authoritarian. The data on family values are inconsistent. Comparison to the Gillespie-Allport findings shows that they are as extremely traditional as any groups on the central value of nationalism & militarism. Christian S's at Robert Coll are more Westernized than either Robert Coll Moslems or Ankara S's though in comparison with other countries studied, they also adhere to the central Turkish traditional values. J. D. Twight.
Altuğ, Barış (Dogus Author) ; There are lots of rational and irrational variables that effects stock prices. Dividend payment as a significant variable occupies an important role in the finance literature. The dividend payment polices of the firms can be an indicator for investors. Dividend payments have information contents which indicates corporations' performances. The aim of this study is to examine the dividend payment polices of ISE by panel data regression study. The purpose is to find out the variables that effect the corporations' present and future performances, and to determine the variables that effect dividend payment decisions from differently grouped and arranged data sets. Data sets are formed from annualy balance sheets and dividend payment amounts at a sixty firms sample from ISE. Collected data are arranged and grouped according to certain criterias. Corporations' dividend payments are given yearly to find out the effect of balance sheet variables on the dividend polices. By the way, we tried to make assumptions about the effects of firms' earning changes on the dividend policies. The study is given in three parts. In the firts part; literature surveys about the relevance of dividend payments on the value of the firms, and consequently the effect of dividend payments on the balance sheets are given. In the second part of the study, the important issues effecting the dividend policies of the firms are given by considering Turkish and international markets. And in the last part of the study, an application made on the variables effecting the dividend policies of the firms in ISE between 1991-2000. ; Hisse senetlerinin fiyatlarının etkilendiği kabul edilen, rasyonel ve rasyonel olmayan pek çok değişken bulunmaktadır. Bu değişkenlerden biri olan temettü politikası, üzerine yapılan araştırmalar finans literatüründe önemli bir yere sahiptir. Yatırımcılar için firmaların temettü politikaları yatırım kararı almalarında önemli olabilir. Bunun en önemli sebebi, temettü bir şirketin şu andaki ve gelecekteki performansı ile ilgili bilgiler içermektedir. Bu araştırmanın amacı, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören şirketlerin izlemekte oldukları temettü politikalarını araştırmak ve panel data regresyon metodunu kullanarak bir şirketin şu andaki ve gelecekteki performansını etkileyen, firmanın temettü dağıtım kararı almasında rol oynayan bilanço değişkenlerinin başlıca hangileri olduğunu, ve ek olarak da bu konuda belli kriterlere göre saptanmış firma grupları arasında belirgin farklar olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. Bu araştırmada, yıllar itibariyle her bir hisse senedinin dağıttığı kâr payları ortaya konmuş ve şirketin bilanço verileri ile bu dağıtım kararı arasında bir ilişki olup olmadığı incelenmiştir. Bu yolla şirket kazançlarındaki artış yada azalışların temettü dağıtım kararını etkileyip etkilemediği konusunda sonuçlar çıkarılmıştır. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, anonim şirketlerin sermaye yapısı, kâr payı dağıtım ve dağıtılan bu temettülerin şirket değerine ve dolayısı ile bilançoya yansıması ile ilgili kavramsal açıklamalarda bulunulmuştur. İkinci bölümde, firmanın sermaye yapısı ile kâr dağıtım kararı alınmasındaki etkenler ülkemiz piyasalarını göz önünde bulunduran görüşler ortaya konmuştur. Üçüncü ve son bölümde ise, hisse senetlerini İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına Kota ettirmiş olan farklı sektörlerdeki işletmelerin sermaye yapıları göz önüne alınarak, farklı sektörlerde yer alan işletmelerin 1991-2000 yılı verileri kullanılarak regresyon analizleri yapılmıştır. ; INTRODUCTION, i -- ÖZET, iii -- SUMMARY, iv -- TABLE OF CONTENTS, v -- PART I -- I., THEORETICAL APPROACHES ON THE DIVIDEND POLICY, 1 -- 1.1. OPINIONS ABOUT THE IRRELEVANCE OF THE DIVIDEND -- POLICIES ON THE VALUE OF THE FIRM, 2 -- 1.1.1. The Irrelevance of Dividend Policies in Perfect Markets -- (Dividend Irrelevance Theory), 2 -- 1.1.2. The Irrelevance of the Dividend Policies in Imperfect, -- Markets (Clientele Effect), 3 -- 1.2. OPINIONS ABOUT THE RELEVANCE OF THE DIVIDEND -- POLICIES ON THE VALUE OF THE FIRM, 6 -- 1.2.1. Approaches of Constructive Effect of High Dividend, 6 -- Payment on the Dividend Policies -- 1.2.1.1Bird in Hand Theory, 6 -- 1.2.1.2. Information Content of Dividends, 7 -- 1.2.1.3. Real World Factors Favoring a High Dividend Policy, 10 -- 1.2.1.3.1. Desire for Current Income, 10 -- 1.2.1.3.2. Uncertanity Resolution, 11 -- 1.2.1.3.3. Tax Arbitrage, 11 -- 1.2.1.3.4. Agency Costs, 12 -- 1.2.2. Approaches about the Irrelevance of High Dividend, -- Payments Policies on the Value of the Firm, 13 -- 1.2.2.1. Residual Dividend Policy, 14 -- 1.2.2.1.1. Pure Version, 14 -- 1.2.2.1.2. Smooth Version, 15 -- 1.2.2.1.3. Constant Dividend Payout Rate, 16 -- 1.3. DIVIDEND PAYMENT TYPES, 16 -- 1.3.1. Stock Dividends and Stock Splits, 16 -- 1.3.1.1. Reasons for Stock Dividends and Splits, 16 -- 1.3.2. Stock Repurchases, 17 -- 1.3.2.1. Methods for Repurchase, 18 -- 1.3.2.2. Reasons for Repurchase, 18 -- PART II -- II., IMPORTANT ISSUES THAT EFFECT THE FORMATION, -- OF CORPORATIONS' DIVIDEND POLICIES, 20 -- 2.1. RELATIONSHIP BETWEEN DIVIDENDS AND VALUE, 21 -- 2.2. LEGAL RESTRICTIONS, 22 -- 2.3. TAX ARRANGEMENTS, 24 -- 2.4. INVESTMENT OPPORTUNITIES, 25 -- 2.5. FIRMS CASH POSITION, 26 -- 2.6, RESTRICTION AND COST OF FINANCING POSSIBILITIES, 27 -- 2.7. THE STABILITY OF PROFITS, 28 -- 2.8. DEBT STATUS OF THE FIRMS, 29 -- 2.9. CONSERVATION OF AUTHORITY AT FIRM, 29 -- 2.10. CONFLICTS OF MANAGERIAL BEHAVIOUR -- AND STOCKHOLDERS' ATTITUDE, 29 -- PART III -- III., AN APPLICATION: THE ANALYSIS OF THE FACTORS -- EFFECTING THE DIVIDEND POLICIES OF -- THE CORPORATIONS IN ISE, 33 -- 3.1. FORMATION OF DATA, 33 -- 3.2. METHODOLOGY, 34 -- 3.2.1. PANEL DATA, 35 -- 3.3. DATA TABLES, 36 -- 3.4. PANEL DATA AND POOLED LEAST SQUARE -- REGRESSION METHOD RESULTS FROM -- TOTAL ASSET SIZE ARRANGED DATA SET, 37 -- 3.4.1. Panel Data Regression Method Result, -- (Least Square Dummy Variable) From Balance -- Sheet Variables Based, Total Asset Size Arranged Data Set, 37 -- 3.4.2. Pooled Least Square Regression Method Result -- From Balance Sheet Variables Based, Total Asset, -- Size Arranged Data Set, 40 -- 3.4.3. Panel Data Regression Method Results -- (Least Square Dummy Variable) From Ratio Based, -- Total Asset Size Arranged Data Set, 42 -- 3.4.4. Pooled Least Square Regression Method Result -- From Ratio Based, Total Asset Size Arranged Data Set, 44 -- 3.5. PANEL DATA AND POOLED LEAST SQUARE -- REGRESSION METHOD RESULTS ARRANGED -- ACCORDING TO PHS RATIO AT ISE IN 1991, 46 -- 3.5.1. Panel Data Regression Method Result -- (Least Square Dummy Variable) From Balance Sheet, -- Variables Based, PHS Ratio Size Arranged Data Set, 46 -- 3.5.2. Pooled Least Square Regression Method Result -- From Balance Sheet Variable Based, PHS Ratio Size -- Arranged Data Set, 48 -- 3.5.3. Panel Data Regression Method Result -- (Least Square Dummy Variable) From Ratio Based, -- PHS Ratio Size Arranged Data Set, 50 -- 3.5.4. Pooled Regression Method Result From Ratio Based, -- PHS Ratio Size Arranged Data Set, 52 -- 3.6, F TESTS, 54 -- 3.6.1. Result of F Tests, 55 -- 3.7. CLASSICAL LEAST SQUARE METHOD RESULTS, 56 -- 3.7.1. Classical Least Square Method Result From Balance -- Sheet Variables Based Data Set, 56 -- 3.7.2. Classical Least Square Model Result Displaying -- Next Years' Total Dividend Payments From Balance -- Sheet Variables Based, Data Set, 59 -- 3.7.3. Classical Least Square Method Result From Ratio -- Based Data Set -- VI., CONCLUSION, 66 -- TABLES -- , T-I, THE CHOOSEN ISE FIRMS AND -- THEIR SECTORS, 68 -- , T-II, ISE FIRMS ARRANGED ACCORDING TO -- TOTAL ASSETS SIZE IN 1991, 70 -- , T-III, ISE FIRMS ARRANGED ACCORDING TO PHS -- RATIO SIZE IN 1991, 71 -- , T-IV, RATIO BASED DATA ARRANGED ACCORDING TO THE -- PHS RATIO SIZE AT ISE IN 1991, 72 -- , T-V, GROUPED RATIO BASED DATA ARRANGED ACCORDING -- TO PHS RATIO SIZE AT ISE IN 1991, 74 -- T-VI, NON-GROUPED (WHOLE DATA SET) RATIO -- BASED DATA SET, 76 -- , T-VII, GROUPED BALANCE SHEET DATA ARRANGED -- ACCORDING TO TOTAL ASSET SIZE IN 1991(YTL), 91 -- , T-VIII GROUPED BALANCE SHEET DATA ARRANGED -- ACCORDING TO PHS RATIO SIZE IN ISE AT 1991 (YTL), 93 -- , T-IX, NON-GROUPED (WHOLE DATA SET) BALANCE SHEET -- DATA, 95 -- REFERENCES, 110 -- CV, 112
